Karadeniz’e Yolculuk: Bir Genç Kızın Tarım Turu
Geçen yaz, Kayseri’nin sıcağında sıkışıp kalmışken, birden aklımda Karadeniz’in serin rüzgarları, yeşilin her tonuna bürünmüş doğası ve o eşsiz manzaralar belirdi. Hep duyduğum Karadeniz’in o ünlü zenginliği; doğası, tarımı… Herkesin gözünde Karadeniz sadece deniz değil, aynı zamanda bereketli toprakların buluştuğu bir yer. “Yaşadığım şehre bir şeyler katmalıyım, bana ilham verecek bir şey olmalı,” dedim. Yola çıkmaya karar verdim.
Kısa bir süre sonra, Karadeniz’e vardım. Gözlerim büyüyerek çevreme bakıyordu; doğa o kadar yeşildi ki, Kayseri’nin o sarı, kuru toprakları aklımdan bir anda silindi. Her şey buradaydı. Ama ben, bir anlamda, toprakla ne kadar bağ kuracağımı, burada hangi ürünlerin yetiştiğini, nelerin bu kadar verimli olduğunu daha net anlamak istiyordum. Bu bölgenin ne sunduğunu görmek, bana hayatın gerçekten nasıl aktığını gösterecek gibi hissediyordum.
Bir Sabah Karadeniz’de Uyanış
Sabahın erken saatlerinde, ilk kez adımlarımı Karadeniz’in toprağına basarken hissettiklerimi anlatmak zor. Bir yandan heyecanlı, bir yandan da biraz korkmuştum. Doğayla bir bağ kurmanın ne kadar derin olduğunu biliyordum ama her şey bana yabancıydı. Rüzgarın serinliği, ağaçların gür sesi, her şey o kadar farklıydı.
Sürekli aklımda olan bir şey vardı: Karadeniz bölgesinde ne yetişir? Zihnimde sıralamaya başladım, ama bu listeyi yalnızca maddelerle sınırlandırmak istemedim. Her şeyin gerisinde, bu toprakların ne kadar kıymetli olduğunu anlamak istiyordum. Yaşadığım bu duygular, Karadeniz’in üretkenliğinin, her meyvesinin, her sebzesinin ne kadar değerli olduğunu fark ettirdi bana.
Tarımın Gücü: Karadeniz’in Bereketli Toprakları
Yavaş yavaş, o ilk sabah serinliğinde, yerel çiftçilerin işlerine nasıl dört elle sarıldığını, toprakları nasıl sevgiyle işlediklerini gözlemeye başladım. Karadeniz’de yetişen ürünler, her birinin mevsimi geldiğinde, toprağın nasıl canlandığını, doğal bir döngü oluşturduğunu gösteriyordu. Bu bölgede neler yetiştiğini, daha yakından keşfettikçe, tüylerim diken diken oluyordu.
Çay ilk aklıma gelen şeydi. Her köşe başında çay bahçeleri… Karadeniz’in sembolü gibiydi. Yürürken çay tarlalarına bakarken, yüzümde bir gülümseme oluştu. O kadar içten bir şeydi ki, Karadeniz’in kendine özgü havası, her yudumda huzuru ve direnci hissettiriyordu. Her şey, bir şekilde burada doğmuş ve büyümüştü.
Ayrıca mısır ve fındık bu topraklarda yetişen ürünlerden sadece birkaçıydı. Karadeniz’in kıyısına yaklaştıkça, her yanda mısır tarlalarının ne kadar yoğun olduğunu gördüm. O tarlalardaki altın sarısı, bana güneşin sadece bir ışık değil, toprakla bütünleşmiş bir güç olduğunu düşündürttü. Ve fındık… Fındık ağaçlarının yarattığı sessizlik, bana, doğanın verdiği armağanların ne kadar derin olduğunu düşündürttü. Her fındık, bu toprağın bir parçasıydı ve ben de o parçaya dokunarak bir tür bağ kurduğumu hissediyordum.
Karadeniz’deki İnsanlar ve Toprağın Ruhuna Yolculuk
Bir akşam, bir çiftçinin evinde misafir oldum. O evde, sadece yemek değil, toprakla ilgili her şeyin değerini öğrendim. Çiftçi bana şunları söyledi: “Burası, fındıkla, mısırla, çayla büyüyen bir yer. Ama bu topraklar sadece ürün vermekle kalmaz; onları yetiştirenlerin emeğiyle de büyür.” Bu cümle, karşımda oturan adamın gözlerinde bir parıltı bıraktı. Evet, bu topraklar sadece tarımla değil, insanların yaşamıyla da şekilleniyordu. O an, şehrim Kayseri’ye geri dönerken, sadece Karadeniz’in ne kadar verimli topraklara sahip olduğunu değil, burada yaşayan insanların, bu topraklara kattığı emeği de düşündüm.
Bu Yolculukta Ne Öğrendim?
Bu seyahatten dönüşümde, sadece ürünlerin değil, insanların da neler yarattığını, neye inanarak çalıştıklarını daha iyi anladım. Karadeniz, yalnızca tarımın bereketiyle değil, aynı zamanda insanların toprağa olan derin saygısıyla da büyüyordu. Çay, fındık, mısır, hatta karalahana, kivi gibi ürünler, Karadeniz’in yalnızca toprağını değil, o toprağı işleyenlerin kalbini de simgeliyor.
Hayal kırıklığı, umut, huzur… Her bir duygu, bu topraklarda bir araya geliyordu. Bu bölgedeki üretkenlik sadece bir ekonomik değer değil, aynı zamanda insanların yaşamlarının bir yansımasıydı. Bu topraklar, onlara sadece ürün değil, bir yaşam biçimi sunuyordu. Ve ben, o topraklarda sadece bir gezgin değil, bir parça daha öğrendim.